Gül Yenigün
Tüm Yazıları
Umudun Kanatları
Ana Sayfa Tüm Yazılar Umudun Kanatları

Gökyüzü her yerde aynıydı. Hiroşima’da da, Gazze’de de… Yalnızca toprağın kokusu, taşların ağırlığı ve çocukların gözündeki boşluk farklıydı. Hiroşima’da atom bombası düştüğünde dünya bir daha eskisi gibi olmadı. Sadako adında bir kız hayatta kaldı ama bedeninde sessizce büyüyen yaralar taşıdı. Hastalandı, yatağa düştü; küçük odası hayatının tamamı oldu. Ama kalbi hâlâ özgür kuşların peşindeydi. Ona […]

Gökyüzü her yerde aynıydı. Hiroşima’da da, Gazze’de de… Yalnızca toprağın kokusu, taşların ağırlığı ve çocukların gözündeki boşluk farklıydı. Hiroşima’da atom bombası düştüğünde dünya bir daha eskisi gibi olmadı. Sadako adında bir kız hayatta kaldı ama bedeninde sessizce büyüyen yaralar taşıdı. Hastalandı, yatağa düştü; küçük odası hayatının tamamı oldu. Ama kalbi hâlâ özgür kuşların peşindeydi. Ona anlatılan efsane kulaklarında çınlıyordu: “Bin turna kuşu katlarsan dileğin gerçekleşir.” O günden sonra eline aldığı her kâğıdı turnaya dönüştürdü. Her katlama bir dua, her kıvrım bir nefes, her kuş göğe salınmış bir umuttu. Geceleri rüyasında gökyüzünde uçan turnaları izler, her kanat çırpışında ölümün gölgesinde direncin sesini duyardı.

Yıllar geçti, kıtalar değişti ama savaş değişmedi. Gazze’de Lina adında on yaşında bir kız yaşıyordu. On yaşında ama kalbi yaşını aşmıştı. Oyun oynaması gereken elleri taşların, enkazın ve suskunluğun altında sıkışmıştı. Evlerinin önündeki boş arsa, bir zamanlar kahkahalarla doluydu; şimdi orası sessizlik ve tozla dolu bir sahneydi. Lina her sabah kalktığında gözleriyle enkazın arasından bir mucize arardı; bazen bir çiçek, bazen ufak bir oyuncak, bazen de sadece güneşin kırık ışığı…

Lina’nın sabahları sessizlikle başlardı. Babasının gidişinden sonra sadece bir odada annesi ve küçük kardeşiyle kalıyordu. Kahvaltı denilen öğün, çoğu zaman birkaç parça ekmek ve biraz suyla sınırlıydı. Ama Lina o sabahları hayal kurarak geçirirdi; gözlerini kapatıp bir yudum suyla bile turna katlamanın mutluluğunu hissederdi. Okula gitmesi yasaktı, sokaklar bombalarla doluydu; fakat Lina hayalinde sınıfın sıralarında oturuyor, arkadaşlarıyla gülüyordu.

Bir gün Lina, yıkılmış bir evin köşesinde yanmış, parçalanmış bir defter buldu. Parmağa dokunduğunda geçmişin ağırlığını hissetti. Annesinin anlattığı Hiroşima hikâyesi aklına geldi: Küçük bir kız, Sadako, elleriyle turnalar yapıyordu. Bin turna katlarsa iyileşeceğine inanıyordu. Lina o an Sadako’yu hayalinde gördü; solgun ama kararlı, kâğıtların arasında hayatı yeniden inşa eden bir mucize.

Defterin kopmuş parçasını eline aldı ve ilk turnasını katladı. Kâğıt yamuktu, köşeleri kırık ama Lina’nın gözünde kanatlandı. “Sadako, senin turnaların göğe yükseldi mi? Eğer yükseldiyse benimkileri de yanında götür. Belki bizi kurtarırlar.” diye fısıldadı. O günden sonra Lina her gün, bulduğu en küçük kâğıt parçasını katladı. Gözlerini kapattığında turnalar göğe uçuyordu; biri babasını arıyor, biri kaybolan kardeşini, biri hiç görmediği barışı… Her turna bir dua, her kanat bir özlem taşıyordu.

Yarısı yıkılmış evlerinin yakınında başka çocuklar da vardı. Bazıları oyun oynayamadığı için suskun, bazıları kayıplarının acısını gizleyemiyordu. Lina onlarla konuşurken, her biri kendi küçük turnasını hayal ediyordu. Bir çocuğun turnası annesine kavuşmak için uçuyor, diğerinin turnası kardeşini arıyordu. Lina, onların turnalarını da katladı; her birine küçük notlar iliştirdi: “Yaşamak istiyorum.” “Okula gitmek istiyorum.” “Gülmek istiyorum.”

Günlerden bir gün, Lina enkazın arasında bir kuş sesi duydu. Gözlerini aradı; sadece rüzgârın ve taşların hışırtısı vardı. Ama hayalinde kuşlar kanat çırpıyor, göğe doğru yükseliyordu. Lina, ellerini kâğıda götürdü ve her kıvrımda bir dilek fısıldadı. Bir turna babasını bulacak, bir turna annesine gidecek, bir diğeri arkadaşlarının kahkahalarını geri getirecek.

Yine bir gün, bu defa da ağabeyi enkazın arasından eski bir gazete buldu. Sayfaları sararmış, köşeleri parçalanmıştı. “Al, senin kuşların için.” dedi. Lina kâğıtları katladı ve turnalar çoğaldı. Ve o gece rüyasında gökyüzü binlerce turna ile doldu. Kanat sesleri bombaların gürültüsünü bastırıyor, beyaz ışık tüm karanlığı siliyordu. Turnaların ortasında incecik, solgun ama ışıkla parlayan bir kız belirdi.

“Sen Sadako musun?” diye sordu Lina. Sadako başıyla onayladı. “Benim turnalarım bittiğinde ben kurtulamadım. Ama turnalar ölmez, Lina. Onlar umuda dönüşür. Senin kuşların da benimkilerle birleşti artık.” Lina gözyaşları içinde, “Ama benim turnalarım çok az, bin taneye ulaşamayacağım.” dedi. Sadako elini tuttu “Senin yerine dünya katlamalı. İnsanlar senin ellerin olmalı. Çünkü turnalar yalnızca kâğıttan değil, merhametten de yapılır.”

Lina uyandığında hâlâ rüyanın sıcaklığını taşıyordu. Sadako’nun turnaları Hiroşima’dan göğe yükselmişti, kendi turnaları da Gazze’den yükseliyordu. Ama tek başına bin kuşu tamamlaması imkânsızdı. Çünkü onun elleri küçüktü, yükü çok büyüktü. Turnaları tamamlamak insanlığın borcuydu.

Günler geçtikçe Lina daha fazla turna katladı. Sabahları kâğıt toplamak, öğlenleri enkazda oyun aramak, akşamları turnaları göğe bırakmakla geçiyordu. Her bir turna bir anıyı, bir kaybı, bir umut ışığını taşıyordu. Turnalar yalnızca kâğıttan değil, hayalden, sevgiden, merhametten yapılmıştı. Her kanat çırpışı Lina’nın dünyasında sessiz bir direniş oldu.

Ve biz… Bizler, Sadako’nun yarım kalan turnalarını Lina’nın hayallerinde tamamlamak zorundayız. Her iyilik, her vicdan kıpırtısı, her ses yükselişi onların turnalarına eklenen yeni bir kanattır. Çünkü turnalar yalnızca savaşların değil, insanlığın da hafızasında yaşamaya devam eder. Her turna, kaybolmuş bir çocukluk, unutulmuş bir gülüş, yarım kalmış bir umut taşır.

Bir gün gökyüzü binlerce turna ile kaplandığında bombaların sesi değil, kanatların şarkısı duyulacak. O gün çocukların gözleri yeniden oyunla, yeniden gülüşle dolacak. Lina rüyasında gördüğü gibi Sadako’nun yanında olacak, turnalar birlikte uçacak. Ve bizler o günü göreceğiz. Çünkü umut, hiçbir zaman enkaz altında kalmaz. Umut, turnaların kanadında saklanır ve çocukların kalbinde filizlenir. Her turna, insana aynı şeyi fısıldar: “Yaşamak istiyorum.”

Yazarın Diğer Yazıları
Umudun Kanatları

Gökyüzü her yerde aynıydı. Hiroşima’da da, Gazze’de de… Yalnızca toprağın kokusu, taşların ağırlığı ve çocukların gözündeki boşluk farklıydı. Hiroşima’da atom bombası düştüğünde dünya bir daha eskisi gibi olmadı. Sadako adında bir kız hayatta kaldı ama bedeninde sessizce büyüyen yaralar taşıdı. Hastalandı, yatağa düştü; küçük odası hayatının tamamı oldu. Ama kalbi hâlâ özgür kuşların peşindeydi. Ona […]

Devamını Oku
Masa

Her sabah aynı saatte uyanıyordu artık. Alarm kurmaya gerek yoktu, çünkü alışkanlık dediğimiz şey zamanla içimizde çalan bir saat oluveriyordu. Gözlerini açtığında perde aralığından süzülen ilk ışık huzmesi, yine masanın kenarındaki sandalyeye düşmüştü. Evin sessizliğini bozan tek şey, uzaktan gelen bir kuş sesiydi — belki de sadece onun duyduğu, yalnızlara özgü bir ötüştü bu. Üzerine […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Ulus’un Kalbindeki Cevherler

Karanfil dergideki ilk yazımda, Ulus’un benim için çok önemli bir yer olduğunu yazmıştım. Öyle ki iki yazıdır devam eden Ulus sevdasına, üçüncü yazımla devam ediyorum. Bir süredir Ankara’ya gelemiyorum, dolayısıyla Ulus’tan da uzaktayım ama illaki kalbimin bir yerinde fotoğraflarına bakarak avunuyorum. Ulus’la ilgili bu yazımda, elbette sınırlı tutarak gezip gördüğüm ve fotoğrafladığım bazı mekânları anlatmak […]

Devamını Oku
Gençliğin Dinamosu Bir Semt: Bahçelievler

İki katlı evleri, caddeler kadar geniş sokaklarıyla Bahçelievler çocukluk rüyamızın ayrılmaz bir parçasıydı. Cumhuriyet Ankara’sının gözde semtlerinden olan mahallede bir zamanlar bakanlar oturuyor, sokaklarında atla gezinti yapan askerlere rastlanıyordu. Bugün belki o eski görkemi yok ama yine de hâlâ Ankara denince ilk akla düşenlerden. Mahalleye henüz Zürih Pastanesi gelmemişti ama Şişman Pastanesi hâlâ yerindeydi. Seda […]

Devamını Oku