Hande Çiğdemoğlu
Tüm Yazıları
Leksikon Öyküler 7: Bizim Köy Yanıyor
Ana Sayfa Tüm Yazılar Leksikon Öyküler 7: Bizim Köy Yanıyor

YALIM: Ateşin çok büyük bir hızla yayılmasından kaynaklanan parlama, alev. Bizim köy yanıyor. Epeydir hem de. Gün geçmiyor ki bir sokak daha alevler içinde kül olmasın. Oysa biz öylece izliyoruz. Ateşin pervasız gücüne, dumanın isine alıştık. Ne güçsüz ne basiretsizmişiz. Bereketli topraklarımız, coşkun ırmaklarımız, cömert denizlerimiz vardı. Çalışmayı severdik. Birbirimizi de… Olurdu kavga, itiş kakış ama kurulan […]

YALIM: Ateşin çok büyük bir hızla yayılmasından kaynaklanan parlama, alev.

Bizim köy yanıyor. Epeydir hem de. Gün geçmiyor ki bir sokak daha alevler içinde kül olmasın. Oysa biz öylece izliyoruz. Ateşin pervasız gücüne, dumanın isine alıştık. Ne güçsüz ne basiretsizmişiz.

Bereketli topraklarımız, coşkun ırmaklarımız, cömert denizlerimiz vardı. Çalışmayı severdik. Birbirimizi de… Olurdu kavga, itiş kakış ama kurulan bir düğün sofrasında bütün husumetler unutulurdu. Yer içer, şen şakrak sohbetler eder, oyunlar oynardık. Birbirimizden farklıydık. Kimi esmer kara yağız, kimi buğday tarlaları gibi sarı, kiminin gözleri deniz yeşili. Herkes atasından duyduğu hikâyeleri anlatırdı. Çoğunda acılı bir sürgün hikâyesi, bir mücadele, bir hasret. Ama bunları bir kenara koyar, birbirimizin zenginliği ile iyileşirdik. Sever, sevilir, aile olurduk. Ozanlar gönlünce söylerdi. Hem sevdayı hem kavgayı… Yokluk görmedik mi? Gördük görmesine ama azla kanaat etmesini de bildik, çalışıp daha iyisini ummayı da. Düştük düştük kalktık. Her daim düşmanlarımız vardı. Toprağımız namusumuzdu. Geleceğimiz, emanetimiz, mirasımızdı. Canımız pahasına koruduk. Şimdiki düşmanımız ise çok farklı. Namertle savaşmak zormuş, düşmanın namert olunca insana savaşmayı bile unuttururmuş. 

Bizim köyü yaktılar. Öyle birden başlamayan, zararsız gibi görünüp pek umurumuzda olmayan korlar, eni konu yangına döndü. Peşi sıra bin türlü musibet başımızı bırakmadı. En kötüsü de her zorluğa birlikte sırt veren köylü, birbirine düşman oldu çıktı. Beraber kurulan sofralar ayrıldı, halaylar koptu, türküler sustu. Artık kimse birbirine güvenmiyor. Merhametmiş, sevgiymiş, birlikmiş unuttuk gitti. İşin tuhafı etrafımızı saran bu karanlığı üstümüze salanlar, yangını söndüreceklerini vaat edip hep daha fazlasını istedi. Bizim köylü inanmayı sever. Ne de olsa okuduğuyla değil duyduğuyla yaşamaya alışık.  Kim ne dese inandı. Azıcık sezgisi vardı, o da kiri sarısına bulanmış dumanda dağıldı gitti. Düşünmek, sorgulamak hadde sığmazdı. Kundakçılar ne yapmak istediyse, köylü kendi tercihiymiş gibi kabul etti. Olmadık şeye alkış tuttu, gözümüzün içine baka baka ateşe döktükleri gazı su sandı. 

Cehalet en büyük düşmanmış. Bir köyü parçaladı, yaktı, kavurdu. Kundakçılar bundan memnundu. Merak edeni, soru soranı, hakkını arayanı sevmezdi. Olanları da ağızlarından köpükler çıka çıka bağırarak hain ilan eder, linç ettirir hatta cezalarını keserlerdi. Sonunda da bundan alkış beklerlerdi. Bu köylü en çok hainden korkar. O yüzden hain denilen herkesi düşünmeden taşlamaya hazırdı. 

Buna rağmen içimizden yürekliler çıktı. “Köy yanıyor ey ahali!” diye bağırdı. Kimi sessiz, kimi atılgan nice yiğit yalazlara koştu, yangını söndüremeden kor oldu gitti. Giden çabucak unutuldu, unutmayanlar yanmaktan korktu, korkmayanlar küstü. Kötülük cehaletin sırtında şaha kalkmıştı, önüne çıkanı ezip geçti. 

Toprak bizden caymamıştı, elimiz kolumuz da tutuyordu ama yoksulluk günden güne artıyordu. Kundakçılar bundan memnundu. Önce elindekileri usulca alır, sonra onları sana tekrar vermek için vaatlerde bulunurdu. Sofrasının bereketi kaçmış, sırtındaki abası emanet, toprağı ona sorulmadan satılmış köylüler ise bu ağzı dolu yapılan “Güzel olacak” kelamlarını hayranlıkla dinlerdi. “Tarlaları haşere basmış, denizden zift akıyor, her köşede bir kavga, her taşın üstünde kan var” demez, “Her şey güzelmiş aman ha nankörlük etmeyelim” derdi. Demese ne yazar. “Yıllardır köyün başındasın! Ya bozdun ya tamir edemedin. Ya yalancısın, ya beceriksiz” diyecek hali yok! Düşünmesi bile yürek ister. Baksan kimse memnun değil halinden. Ama yine de kovamadık kundakçıları. Kapı dışarı edemedik. 

Günler günlere karararak ekleniyor. Paramız pul olmaya, ekmeğimiz islenmeye, kavgaydı, kazaydı belaydı derken kan akmaya ve en kötüsü kalplerimiz kurumaya hızla devam ediyor. Yangının griden karaya dönmüş dumanı ciğerimize yapışmış, yarım nefes yaşıyoruz. Neredeyse kimse günü, güneşi, maviyi hatırlamıyor. Zaten köyde artık şikâyet etmek yasak. “Yangın var” demek de.  her yanı saran salgın hastalık ise en kötüsü. Umutsuzluk denilen habis urla kimse baş edemiyor. “İnsanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır.” diyen ozanı bile unuttuk.

Artık köyde söylentiler geziyor. Yangın söndürülebilirmiş. Sönmemiş ama sönebilirmiş de. El versek, sırt versek, önce inansak sonra didinsek olurmuş. Önce ateşi bitirmek sonra külleri bir çırpıda temizleyip, kaybettiğimiz nice şeyi yerine koymak vazifeymiş, mecburlukmuş. Kundakçı işini yapmış, şimdi sıra bizdeymiş… 

Yazarın Diğer Yazıları
Leksikon Öyküler 7: Bizim Köy Yanıyor

YALIM: Ateşin çok büyük bir hızla yayılmasından kaynaklanan parlama, alev. Bizim köy yanıyor. Epeydir hem de. Gün geçmiyor ki bir sokak daha alevler içinde kül olmasın. Oysa biz öylece izliyoruz. Ateşin pervasız gücüne, dumanın isine alıştık. Ne güçsüz ne basiretsizmişiz. Bereketli topraklarımız, coşkun ırmaklarımız, cömert denizlerimiz vardı. Çalışmayı severdik. Birbirimizi de… Olurdu kavga, itiş kakış ama kurulan […]

Devamını Oku
Sen Ne Kokuyorsun? Leksikon Öyküler 6

Sıcağın henüz tepeye varmadığı bir yaz sabahıydı. Aralık mutfak penceresinden içeri, baş döndürücü bir leylak kokusu girmişti. Derin bir nefes alıp ocağa yöneldim. Bir süre sonra cezveden, leylağınki ile yarışan başka bir koku yükseldi. Fincanı masaya bırakıp pencereye yaklaştım. Leylağın içeri uzanan eflatun boynunu, bir araya geldiğinde başka bir mucizeye dönüşen tomurcuklanmış çiçeklerini sevdim. “Ne […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Ulus’un Kalbindeki Cevherler

Karanfil dergideki ilk yazımda, Ulus’un benim için çok önemli bir yer olduğunu yazmıştım. Öyle ki iki yazıdır devam eden Ulus sevdasına, üçüncü yazımla devam ediyorum. Bir süredir Ankara’ya gelemiyorum, dolayısıyla Ulus’tan da uzaktayım ama illaki kalbimin bir yerinde fotoğraflarına bakarak avunuyorum. Ulus’la ilgili bu yazımda, elbette sınırlı tutarak gezip gördüğüm ve fotoğrafladığım bazı mekânları anlatmak […]

Devamını Oku
Gençliğin Dinamosu Bir Semt: Bahçelievler

İki katlı evleri, caddeler kadar geniş sokaklarıyla Bahçelievler çocukluk rüyamızın ayrılmaz bir parçasıydı. Cumhuriyet Ankara’sının gözde semtlerinden olan mahallede bir zamanlar bakanlar oturuyor, sokaklarında atla gezinti yapan askerlere rastlanıyordu. Bugün belki o eski görkemi yok ama yine de hâlâ Ankara denince ilk akla düşenlerden. Mahalleye henüz Zürih Pastanesi gelmemişti ama Şişman Pastanesi hâlâ yerindeydi. Seda […]

Devamını Oku