Rafael Demircan anısına… Bu kaçıncı voltam? Saymayı unuttum. Deniz rüzgârdan esiyor. Sert. Burnumda deniz ve yosun kokusu. Tepe yüksek, güneş kırmızı bir top gibi batmak üzere. Bir taraf komple kırmızı gelincik. Renklere bak, kırmızı kara, mucize resmen. Harika bir manzara, başkası bu anın tadını çıkarırdı benim aklım Ankara’da. Biri duysa, deli derler, desinler. Bu kadar […]
Rafael Demircan anısına…
Bu kaçıncı voltam? Saymayı unuttum. Deniz rüzgârdan esiyor. Sert. Burnumda deniz ve yosun kokusu. Tepe yüksek, güneş kırmızı bir top gibi batmak üzere. Bir taraf komple kırmızı gelincik. Renklere bak, kırmızı kara, mucize resmen. Harika bir manzara, başkası bu anın tadını çıkarırdı benim aklım Ankara’da. Biri duysa, deli derler, desinler. Bu kadar yolu sadece benim bildiğim bir karar için geldim. Ankara’da kalamazdım, en azından bugün, kötü bir haber alamam bugün, olmaz, kaldıramam.
Saat kaç? Kaç dakika olmuş maç başlayalı? Beş dakika mı? Nasıl olur ya, kaç dakikadır buradayım. Şöyle maçın başında, kenardan bir orta top böyle hafif hafif süzülse 19 Mayıs’ın skor tabelasına doğru, bizim kaptan aradan sıyrılıp bir kafa alt köşeye tak! Ulan olsun be! Olsun! Ya tam tersi olduysa, bizimkiler kazanacağız diye geriyi boş bıraktılarsa, o sırada yediysek… Akla gelen başa gelir. Unut, unut! Burası amma yüksekmiş, dalgalar, nasıl da dövüyor kayalıkları. Ayağımın altından çakıl taşları kayıyor, aşağıya düşerken o kadar ufalıyorlar ki varlıkları unutuluyor.
Sigara yakayım, aklımı dağıtayım. Deli çıkacağım yoksa. Çakmak nerede lan! Bugün her şeyi kaybediyorum, en çok da aklımı! Gelincik tarlasına doğru yürüsem mi? Boşver. Devre de bitmiyor hâlâ. Bir puan da yeter bize ama kazansak ya, şöyle gururlu bir şekilde çıksak lige… Kayseri de geldi dibimize yanaştı, tam ensemizde. Ya kaybedersek, domino taşı gibi yuvarlanırız aşağıya doğru. Şu işi erken bitirecektik, erken!
Güneş kırmızı top gibi batıyor. Etraf kıpkırmızı. Cehennem mi güzellik mi olacak bu işin sonu göreceğiz. Zaman ne çabuk geçiyor, daha birkaç sene evvel kulübe kilit vurulacaktı. Beş parasız, sahipsiz, oyuncular eve ekmek götüremiyor, ayaklarında krampon yok. Tesis yok. Kaptan tek formayla kaç sezon bitirdi. Genç çocuklar, ceplerinde para yok, bizim Ulus’taki seyyar köftecide az mı yediler içtiler. Hep imece usulü, hep böyle zorlanarak geçmiş yıllar… Hele Başkan… Onun fedakârlığı… Ağlayacağım şimdi, yeminle. Babadan kalan miras Gençlerbirliği, öyle sahipsiz bırakılır mı? Miras önemli. Terzi dükkanını bile boşladık ama canımız sağ olsun. Şu takım bir çıksa lige, başka bir şey istemem.
İstanbul’daki topçulara bakıyorum, tiril, tiril formalar, altlarında evler, arabalar… Bir de bizimkilerin hali… Amatör ligde yoktur böyle bir şey. E, sahipsiz kaldı kaç yıllık kulüp. Zor durumda olunca akbabalar yanaşır. Neler teklif ettiler de yanaşmadık. Haysiyetimizi satın alamayacaklarını bilemiyorlar tabii. Hakkımızla kazanır, hakkımızla mağlup oluruz, alavere dalavere olmaz. Amma yürümüşüm baya koyun sonuna geldim. Araba minicik kaldı.
Rüzgâr, perişan ettin be bizi! Şimdi gitsem anlatsam şu yaşadıklarımızı, “Amma dram yaptın” derler. Dibine kadar yaşadık biz bu sıkıntıların, dibine! Elbet bir gün anlatılır, elbet tarihe geçer bu anlar. Devre yeni bitmiş. Ulan yıllar bu kadar hızlı geçiyor bir maç geçmiyor. Yok böyle olmayacak, zaman geçmiyor, gideyim açayım radyodan dinleyeyim maçı, ne olacaksa olsun. Hiç gerek yok, hazır değilim neticeyi duymaya, bırak bitsin bir ara öğrenirim. Kaç kaçtır acaba?
Son on dakika, güneş battı. Kırmızılık devam. Rüzgâr lodostan esiyor, kırmızı gelincikler nasıl da ahenkli. Sağ taraftan bizim dikiş makinesi depara kalksa, tak yanındakine o da gelişine vursa şöyle üç sıfır olsa. Seyirci iyice coşsa sonra kupa töreni… Bizim Muammer alır hocayı sırtına gezdirir vallaha. Gençler maçına geleceğim diye az mı yolcuyla kavga etti; bir keresinde bir yolcuyu resmen kaçırıp zorla maça getirmişti adam diyor şuraya gideceğim gidemezsin maça başlıyor demiş. Zır deli herif.
Son bir sigaram kaldı. Sonuca göre içeyim. Arabayı da nereye koymuştum ya, şu erik ağacının altına mıydı? Tüm gün güneşin alından sıcaktan yanmış araba. Elim radyoya gitmiyor. Nasıl iş bu, nasıl iş! Raffi gerçeklerden kaçamazsın, Raffi. Aç şunu, gör, yaşa kaderini. Tepedeyiz ama zor çekiyor namusuz. Cızırtılardan ses geliyor, “Ankara’da tarihi gü…” Ne diyorsun kardeşim anlaşılmıyor? “Evet, değerli seyirciler, inanılmaz bir gün…” Lafı kes be birader! Ne oldu onu anlat! Amma geveze bunlar. “Şampiyon Gençlerbirliği, değerli seyirciler, Başkent temsilcisi geri döndü. Seyirciler, sahada, hoca omuzlarda, kaptan sevinçten göz yaşlarını tutamıyor.” Durdum, resmen kilitlendim durdum. Sonra başladım ağlamaya, durmuyor şelalele gibi. Neydi o avukat şairin dizesi “kirpiklerime birikmiş tuzlardan anladım denize yaklaştığımı”. Yaktım sigaramı, Ankara yarım gün uzakta. Gelincik tarlası ne güzel ne haysiyetli duruyor.
Bu öykü gerçek hikayelerden ilham alınarak kaleme alınmıştır. Bir hakikati temsil etme iddiası yoktur.
Kaynakça:
Döğüşenler de Var Bu Havalarda Belgeseli, 2016
Rafael Demircan anısına… Bu kaçıncı voltam? Saymayı unuttum. Deniz rüzgârdan esiyor. Sert. Burnumda deniz ve yosun kokusu. Tepe yüksek, güneş kırmızı bir top gibi batmak üzere. Bir taraf komple kırmızı gelincik. Renklere bak, kırmızı kara, mucize resmen. Harika bir manzara, başkası bu anın tadını çıkarırdı benim aklım Ankara’da. Biri duysa, deli derler, desinler. Bu kadar […]
Devamını Oku
1941 yılının Nisan ayıydı. Havalar ısınmaya başlamış, beni Ankara’ya geldiğime pişman eden, her gün deniz ve sıcak özlemiyle yanıp tutuşturan asrın soğukları nihayet sona ermişti. Çeviri bürosunda birlikte çalıştığımız sarı saçları, harikulade gülüşüyle bana fena halde Ingrid Bergman’ı hatırlatan Sevim, yanıma gelip o güne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapıp “Seni çok seveceğin bir yere […]
Devamını Oku
Karanfil dergideki ilk yazımda, Ulus’un benim için çok önemli bir yer olduğunu yazmıştım. Öyle ki iki yazıdır devam eden Ulus sevdasına, üçüncü yazımla devam ediyorum. Bir süredir Ankara’ya gelemiyorum, dolayısıyla Ulus’tan da uzaktayım ama illaki kalbimin bir yerinde fotoğraflarına bakarak avunuyorum. Ulus’la ilgili bu yazımda, elbette sınırlı tutarak gezip gördüğüm ve fotoğrafladığım bazı mekânları anlatmak […]
Devamını Oku
İki katlı evleri, caddeler kadar geniş sokaklarıyla Bahçelievler çocukluk rüyamızın ayrılmaz bir parçasıydı. Cumhuriyet Ankara’sının gözde semtlerinden olan mahallede bir zamanlar bakanlar oturuyor, sokaklarında atla gezinti yapan askerlere rastlanıyordu. Bugün belki o eski görkemi yok ama yine de hâlâ Ankara denince ilk akla düşenlerden. Mahalleye henüz Zürih Pastanesi gelmemişti ama Şişman Pastanesi hâlâ yerindeydi. Seda […]
Devamını Oku