Ankara hikâyesi bol bir kenttir. Her bir sokağın, mahallenin, semtin bir hikâyesi vardır illa ki. Hele Ulus’taysanız, dinleyeceğiniz şeyler çoğalır. Her Ankara ziyaretimde, beni şaşırtan bir yerleşimle ya da mimari tarzla karşılaşmak oldukça sevindiriyor. Hüzünlendiğim tarafı genellikle bu karşılaşmalardaki hüzün. Çoğu terk edilmiş ya da bakımsızlıktan dökülen eski evler, mahalleler görmek; bir zamanlar buralardaki canlı […]
Ankara hikâyesi bol bir kenttir. Her bir sokağın, mahallenin, semtin bir hikâyesi vardır illa ki. Hele Ulus’taysanız, dinleyeceğiniz şeyler çoğalır. Her Ankara ziyaretimde, beni şaşırtan bir yerleşimle ya da mimari tarzla karşılaşmak oldukça sevindiriyor. Hüzünlendiğim tarafı genellikle bu karşılaşmalardaki hüzün. Çoğu terk edilmiş ya da bakımsızlıktan dökülen eski evler, mahalleler görmek; bir zamanlar buralardaki canlı hayatı düşününce oldukça can sıkıcı elbette.
Altındağ’a bağlı Ulus; hem Cumhuriyet’in temellerinin atıldığı bir semt olması hem de Ankara tarihinin oldukça eski zamanlarına dair eserleri barındırması bakımından her daim önemli. Bana göre tamamen yeni binalardan arındırılarak, eskinin koridorunda çok güzel bir turizm destinasyonu yapılabilecek bir yer Ulus. Şimdilik bu temennimizi bir kenara bırakalım; hep bilinen Samanpazarı, Çıkrıkçılar yokuşu, Kale hattının yanı başında ama belki de çoğu Ankaralının bilmediği, bilse bile uğramadığı Yahudi Mahallesi’nde gezinelim.
Geçtiğimiz sene ziyaret ettiğim Ulus’ta, iki sevdiğim arkadaşımla beraber Yahudi Mahallesi’ne, İtfaiye Meydanı’nın hır güründen geçerek vardık. Mahalleye girer girmez, farklı bir atmosfere girdiğimizi hissettim. Sağlı sollu bakımsız evlerin yer aldığı sokakta sessizliğe, evlerde yakılan sobaların dumanları eşlik ediyordu. Birkaç insanla karşılaşıp, yanlarından geçerken bir taraftan da evlere ve mimariye dikkat kesiliyorduk.
Sanat tarihçisi Muzaffer Karaaslan’ın, 2020’de Şalom gazetesinde yayımlanan yazısında, Yahudi Mahallesi mimarisine dair söyledikleri aydınlatıcı: “Günümüzde İstiklal Mahallesi olarak bilinen Yahudi Mahallesi, ibadet mekânlarının çeşitliliğiyle çok kültürlü bir mahalle profili çizer. Mahallede sinagog ve mescitlerin birbirine yakın mesafelerde olması Yahudilerin ve Müslümanların bir arada yaşadığını kanıtlamaktadır. Günümüzde Yahudi Mahallesinin özgün dokusunun görülebilmesini sağlayan en önemli unsurların başında mimari gelir. Mahalledeki mimari yapılar genel olarak 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarına aittir. Genellikle konut olarak tasarlanan yapılar geç Osmanlı döneminin özelliklerini barındırmasının yanı sıra Ankara’daki yapı malzemelerini göstermesi açısından da önemlidir. Plan olarak incelendiğinde evler genellikle iki katlı, iç sofalı ve cumbalı tasarlanmış. Yapıların örtü sistemi içten ahşap tavan, dıştan kırma çatıdır. Bu mimari eserlerin ana malzemesi taş, tuğla, kerpiç ve ahşaptır.”
Bu bilgiler ışığında gezdiğimizde, evlerin bakımsızlıktan artık tanınmaz hale geldiğini üzülerek söylemek zorundayım. Ancak aralarda hâlâ ayakta kalan ve mimari, kültürel miras açısından mutlaka korunması gereken evler de var. Bunlardan en önemlileri kuşkusuz; Hayim Albukrek Evi ve Araf Evi, 20. yüzyılın başlarında inşa edilmiş. İtalyan bir mimar tarafından yapıldığı söylenen evlerde, Albukrek evinin dış cephesi gerçekten göz alıcı nakışlarla öne çıkıyor. Bir zamanlar Atatürk’ün de konakladığı söylenen Yasef Ruso evi ise maalesef yıkılmak üzere. Mahallenin, evlerinden ziyade Yahudi Mahallesi olarak anılmasını sağlayan önemli yapılardan biri de sinagogdur. Senede bir kez ibadet için açıldığı söyleniyor. Sinagogla ilgili de Fügen İlter’in bilgilendirici yazısı bize yardımcı oluyor: “1492 yılında İspanya’dan, birkaç yıl sonra da Portekiz’den Türkiye’ye göçen Musevilerin (Sefaradların) bir kısmı Ankara’ya yerleşmişlerdir. Gelenler eskiden beri orada yaşayan, Sinagogu da olan bir Yahudi topluluğu bulmuşlardır. Ankara’ya gelen Museviler sayıca çoğalınca, biri İspanya’dan öteki de Portekiz’den gelen Museviler adına iki sinagog sahibi olmuşlardır. 1907 yılında, Anadolu sinagoglarının dikdörtgen planlılar grubunun değişik bir örneğini veren Ankara Yahudi Mahallesi Sinagogu, bezemeleriyle de, bitkisel motifleri esas almış birçok sinagogla benzerlikler gösterir. Bazılarında görülen peyzajlar burada yoktur.”
Bir bölge sadece belirtilenler dışında o kadar çok katman sahip ki, insan gezerken hangisine bakacağını şaşırıyor. Bu bölgede yine ön plana çıkan; 14. yüzyıldan 19.-20. yüzyıl başlarına uzanan süreci simgeleyen, Örtmeli Mescid, Eskicioğlu Camisi, Leblebicioğlu Camisi; Anafartalar Caddesi ile özdeşleşen 16-17. yüzyıla ait Şengül Hamamı gibi yapılar da Yahudi Mahallesi yerleşkesine yakın ve görülesi mekânlar olarak tarihi yolculuğu zenginleştiriyor.
Bir tam gün yetmeyebilir; siz en iyisi zenginleştirilmiş birkaç gün yaşamak için bu muhite zaman ayırın, Ankara’yı da bilen bir arkadaşınızı yanınıza alın ve sokaklarda kaybolun.
Buraya kadar gelmişken…
Mutlaka Anadolu tarihinin izdüşümü olan Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni ziyaret edin.
Samanpazarı, Çıkrıkcılar Yokuşu, Pirinç Han gibi şu anda Ankara nostaljisi yaşayacağınız mekânlarla dolu muhiti ziyaret edin.
Ankara Kalesi’ne girin, dar sokaklarında dolaşın, kalenin burçlarına çıkın, şehri izleyin.
Anafartalar Caddesi’nin sağlı sollu sokaklarına dalın, Anafartalar Çarşısı’ndaki seramik sanatçılarının eserlerini görün.
Ulus Meydanı’na gidin; İşbankası Müzesi’ni, Eski Meclis Binası’nı, Ankara Palas Oteli’ni görün.
Hacı Bayram Veli Camisi ile ona yakın bir noktadaki Jüstinyen Anıtı’nı görün.
Ulus ve civarındaki lezzet duraklarını sorun, mutlaka bir cağ kebabı yiyin.
Yıllarca yürüdüğüm Tahran Caddesi’nin uzunluğuna baktım, 600 metreymiş! Benim için ise bir yazı ile sınırlanmayacak kadar uzun, upuzun! Hemen söylemeliyim, daha sonraki yazılarımda da söz edeceğim bu kısacık caddeden. Çocukluk yıllarımdan başlayarak liseyi bitirene kadar defalarca geçmişimdir bu “ara yoldan”, neyle neyin arası? Başçavuş Sokak’ın sonundaki evimizle Kavaklıdere arasında. Bu arada, benim yürüdüğüm zamanlarda Tahran […]
Devamını Oku
Ankara’nın kültür tarihini kazımaya başladığınızda ünlü bir Danimarkalı şairle karşılaşırsınız, şaşırmayın. Danimarka’nın tartışmasız en önemli şairlerinden olan Henrik Nordbrandt (1945-2023), 1970’lerin başında ilk kez Türkiye’ye gelmiş, daha sonra farklı yerlerde bulunmuş ve en sonunda, 1990’ların ortalarında ayrılacağı güne kadar Ankara’da oturmuştur. Yurtdışındaki eğitimimi tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönmüş, kısa dönem askerlik yapmış ve 1991’in Şubat’ında üniversitede […]
Devamını Oku
Karanfil dergideki ilk yazımda, Ulus’un benim için çok önemli bir yer olduğunu yazmıştım. Öyle ki iki yazıdır devam eden Ulus sevdasına, üçüncü yazımla devam ediyorum. Bir süredir Ankara’ya gelemiyorum, dolayısıyla Ulus’tan da uzaktayım ama illaki kalbimin bir yerinde fotoğraflarına bakarak avunuyorum. Ulus’la ilgili bu yazımda, elbette sınırlı tutarak gezip gördüğüm ve fotoğrafladığım bazı mekânları anlatmak […]
Devamını Oku
İki katlı evleri, caddeler kadar geniş sokaklarıyla Bahçelievler çocukluk rüyamızın ayrılmaz bir parçasıydı. Cumhuriyet Ankara’sının gözde semtlerinden olan mahallede bir zamanlar bakanlar oturuyor, sokaklarında atla gezinti yapan askerlere rastlanıyordu. Bugün belki o eski görkemi yok ama yine de hâlâ Ankara denince ilk akla düşenlerden. Mahalleye henüz Zürih Pastanesi gelmemişti ama Şişman Pastanesi hâlâ yerindeydi. Seda […]
Devamını Oku