Yekta Kopan
Tüm Yazıları
İnsanların Gözüne Bakan Şehir
Ana Sayfa Tüm Yazılar İnsanların Gözüne Bakan Şehir

Yıl 1975. Ankara Ballıbaba Sokak’taki sobalı evden çıkıp yine aynı sokakta kaloriferli bir eve taşındığımız yıl. Annem çok mutlu. O soğuk kış günlerinde apartmanın arka tarafındaki kömürlüğe gidip kovalarla odun-kömür taşımayacağız artık. Ne yalan söyleyeyim; ben biraz üzgünüm. O kömürlük benim için gizemli dünyalara açılan bir kapı ne de olsa. Hem korkuyorum o karanlıktan hem […]

Yıl 1975.

Ankara Ballıbaba Sokak’taki sobalı evden çıkıp yine aynı sokakta kaloriferli bir eve taşındığımız yıl. Annem çok mutlu. O soğuk kış günlerinde apartmanın arka tarafındaki kömürlüğe gidip kovalarla odun-kömür taşımayacağız artık. Ne yalan söyleyeyim; ben biraz üzgünüm. O kömürlük benim için gizemli dünyalara açılan bir kapı ne de olsa. Hem korkuyorum o karanlıktan hem de bütün maceralı oyunlarımın merkezi yapmayı başarıyorum. Kimi zaman bir gemi güvertesi oluyor kömürlük, kimi zaman Kızılderili çadırı. Kaloriferli ev, bütün bunlarla vedalaşmak anlamına geliyor.

Teğmen Kalmaz İlkokulu’nda okuyorum. Servise verecek paramız yok. Evden okula yürüyerek gidiyorum. Kimi sabah annem götürüyor, kimi sabah da komşumuzun benden iki yaş büyük oğluyla gidiyorum. Okula yürümeyi seviyorum. Kapıcımızın oğlu da bizimle geliyor, çok yaramaz bir çocuk ama beni güldürüyor. Yolda vitrinine bakmayı sevdiğim dükkanlar var; manifaturacı, çiçekçi, kırtasiye. Ben en çok hırdavatçı vitrinlerini seviyorum.

Sınıfımız altmış kişi, sıralarda üçer üçer oturuyoruz. Hemen arkamda bir milletvekilinin kızı oturuyor. Ama beni babasının mesleği değil, saçlarının kıvırcıklığı ilgilendiriyor. Büyük teneffüste hepimiz plastik beslenme çantalarımızı açıp ekmek-peynir-elma yiyoruz. Herkesin çantası aynı şeylerle dolu. Kapıcının oğlu da milletvekilinin kızı da sulu elmaya bayılıyor.

Kış günlerinde okuldan dönüş yolunda ağzımızı beyaz bir mendille kapatıyoruz. Eve gelene kadar simsiyah oluyor mendil. Hava öylesine kirli. “Kış böyle geçecek,” diyor babam.

Apartmanda çok sevdiğimiz komşularımız var. Kızları benden üç yaş büyük, arada bana kitap veriyor okumam için. Bayılıyorum ona. Sırf yeni kitap versin diye, elimdekini bir an önce bitirmek istiyorum. Akşamları oturmaya gidiyoruz birbirimize. Hep birlikte mandalina yiyoruz; öyle zamanlarda sobalı evimizi, mandalina kabuklarını sobanın üstüne koyduğum anları özlüyorum. Anneler fısır fısır konuşuyor bir köşede, babalar ülkeyi kurtarmaya çalışıyor. Onun babası Demirel diyor, benimki Ecevit. Anlaşamıyorlar bu konuda. Farklı partilere oy veriyorlar ama aralarındaki asıl kavga buradan çıkmıyor. Tartışma tavlaya oturduklarında başlıyor. Daha ilk el bitmeden bir fincan geliyor ortaya. Komşumuz zar tutuyor çünkü. Biz çocuklar o didişmelere, kafiyeli laf sokmalara bayılıyoruz. Televizyonda Ümit Tokcan “Hekimoğlu”nu söylemeye başladığında hep bir ağızdan eşlik ediyoruz. O türküyü sevip sevmediğimi bilmiyorum, ama “hep birlikte” olmayı seviyorum.

Baharın gelişini Çubuk Baraj Gölü’nde piknik yapmaya giderek kutluyoruz. Dayımın Murat 124’ü var. Komşumuzun arabası steyşın. Bizim arabamız yok ama üç aile iki arabaya sığıyoruz bir şekilde. Biz çocuklar steyşının bagaj bölümünde kırma masalar, mangallar, yer örtüleri ve toplarla birlikte seyahat ediyoruz. Sıkış tepiş yolculuk hiç yormuyor, biliyorum ki sonu güzel. Mavi plastik topumun peşinde koşturacağım saatler beni bekliyor. Gerçi dayımın oğullarından topu kapamayacağım ama olsun, eğleniyorum. Piknik sofrası çok kalabalık. Köfteden dolmaya, kısırdan böreğe uzanan bir ziyafet. Büyükler bira içiyorlar. Annem “Keşke biz de Tatlı Cadı gibi şöyle bir burnumuzu oynatsak da şu sofra kendiliğinden toparlansa,” diyor, herkes gülüyor. Demirel’e yumruklu saldırı olmuş, komşumuz onu anlatırken babam “Sus,” diyor, “çocukların yanında yumruk falan…” Susuyor. Dayım “Bunlara hep Milliyetçi Cephe sebep oluyor,” diye mırıldanıyor. Yengem “Şurada da siyaset konuşmayın yahu,” diye transistörlü radyoyu açıyor. Çalan şarkıya eşlik ederek Sezen Aksu taklidi yapıyor sonra. Tavla turnuvasında yine kavga çıkıyor.

Çocuklar, büyükler birbirimizin gözlerinin içine bakıyoruz. Ankara’da herkes bakışarak anlaşıyor.

Birinin gözlerinin içine bakmanın değerini yıllar sonra, yine Ankara’da anlıyorum. Ergenlik yıllarımda. Şiirden, edebiyattan, okumaktan başka şey düşünmediğim yıllarda. Okuduğum, izlediğim, dinlediğim her şeyin anlamını derinleştirmek için arkadaşlarımla uzun uzun konuşuyorum. Göz göze, bakışarak, saatlerce.

Ankara hem coğrafi olarak hem de toplumsal olarak bir geçiş noktası gibi. Hem Batı’ya hem de Doğu’ya, hem farklı kültürlere hem de farklı hayat biçimlerine yakın. Yakın ve bunu arzulayan bir şehir. Cumhuriyet aydınlanması denilen şeyin en net yansıması da bu belki; birinin gözlerinin içine bakabilmek. Bakışarak anlaşmak, bir tür doğrudanlık ve dürüstlük arzusunu yansıtıyor. Yüzeysel açıklamalardan çok, insanların birbirlerini daha gerçek bir şekilde, hisleriyle, bakışlarıyla anlamaya çalıştığı bir şehir Ankara.

Hayatımda ilk kez kaloriferli bir evde oturduğum 1975 yılı düştü aklıma. O zamanlar yıllar sonra İstanbul-Ankara karşılaştırması yapan birine vereceğim cevabı bilmiyordum: “Haklısınız, Ankara’da deniz yoktur. Göz alıcı mimari yapılar, büyüleyici manzaralar yoktur. Belki de bu yüzden biz Ankara’da uzaklara değil, birbirimizin gözlerine bakarız hep.”

Yazarın Diğer Yazıları
İnsanların Gözüne Bakan Şehir

Yıl 1975. Ankara Ballıbaba Sokak’taki sobalı evden çıkıp yine aynı sokakta kaloriferli bir eve taşındığımız yıl. Annem çok mutlu. O soğuk kış günlerinde apartmanın arka tarafındaki kömürlüğe gidip kovalarla odun-kömür taşımayacağız artık. Ne yalan söyleyeyim; ben biraz üzgünüm. O kömürlük benim için gizemli dünyalara açılan bir kapı ne de olsa. Hem korkuyorum o karanlıktan hem […]

Devamını Oku
Bu Sayıdan Yazılar
Ulus’un Kalbindeki Cevherler

Karanfil dergideki ilk yazımda, Ulus’un benim için çok önemli bir yer olduğunu yazmıştım. Öyle ki iki yazıdır devam eden Ulus sevdasına, üçüncü yazımla devam ediyorum. Bir süredir Ankara’ya gelemiyorum, dolayısıyla Ulus’tan da uzaktayım ama illaki kalbimin bir yerinde fotoğraflarına bakarak avunuyorum. Ulus’la ilgili bu yazımda, elbette sınırlı tutarak gezip gördüğüm ve fotoğrafladığım bazı mekânları anlatmak […]

Devamını Oku
Gençliğin Dinamosu Bir Semt: Bahçelievler

İki katlı evleri, caddeler kadar geniş sokaklarıyla Bahçelievler çocukluk rüyamızın ayrılmaz bir parçasıydı. Cumhuriyet Ankara’sının gözde semtlerinden olan mahallede bir zamanlar bakanlar oturuyor, sokaklarında atla gezinti yapan askerlere rastlanıyordu. Bugün belki o eski görkemi yok ama yine de hâlâ Ankara denince ilk akla düşenlerden. Mahalleye henüz Zürih Pastanesi gelmemişti ama Şişman Pastanesi hâlâ yerindeydi. Seda […]

Devamını Oku