Bir zamanlar tüyleri bembeyaz, gözleri parlak, yere hiç konmadan uçan bir güvercin varmış. Onun uçtuğu yerde ne kavga ne gürültü ne küslük ne anlaşmazlık yaşanırmış. İnsanlar güvercini gördüğünde kucaklaşır, türküler söyleyerek gökyüzünde süzülen güvercini selamlarmış. Güvercin, kâh sarp kayalıklardan kâh ağaçlardan bakar, gözünü insanların üstünden hiç ayırmazmış. Rivayet o ki; güvercinin neşesi ve gücü merhametten […]
Bir zamanlar tüyleri bembeyaz, gözleri parlak, yere hiç konmadan uçan bir güvercin varmış. Onun uçtuğu yerde ne kavga ne gürültü ne küslük ne anlaşmazlık yaşanırmış. İnsanlar güvercini gördüğünde kucaklaşır, türküler söyleyerek gökyüzünde süzülen güvercini selamlarmış. Güvercin, kâh sarp kayalıklardan kâh ağaçlardan bakar, gözünü insanların üstünden hiç ayırmazmış. Rivayet o ki; güvercinin neşesi ve gücü merhametten gelirmiş. İnsanın gönlüne merhamet kök salıp, vicdan büyümüşse güvercinin tüyleri daha parlak, kanatları daha güçlü, gözleri daha ışıltılı olurmuş. Güvercin, eşsiz doğasını ve burada yaşayan güzel insanları çok sevse de yine de uzak yerleri ve orada yaşayan insanları görmeyi de çok istiyormuş. Git gide artan merakını engelleyememiş ve bir sabah bildiği, tanıdığı insanlarla vedalaşıp yola çıkmış.
Güvercinin hikâyesi şöyle:
Az gider uz gider, masmavi denizlerden, yemyeşil ovalardan geçer. Ağaçlarla konuşur, çiçekleri koklar. Beş bahar, dört güzde fersah fersah yolu düz gider. Varır bir diyara…
Karşılaştığı ilk insan köyünü görünce heyecanla köyün üstünde uçmaya başlar. Köyün bir ucuna gider, toklar aç olanları görmezden geliyordur. Diğer ucuna gider, hayvanlar susuz, bitkin düşmüştür. Bir başka tarafta gücü yeten güçsüzü eziyordur. Güvercinin bulduğu köy Merhametsizler Köyü’dür. Güvercin bu köyün üstünde uçtukça, yorulmaz kanatları yorgun düşer, acıkmaz susamaz kursağı su ve yemek aramaya başlar. Bu duyguları ilk defa yaşayan güvercin ise şaşkınlıkla ne yapacağını bilemez ve bulduğu ilk damın üstüne konar. Bu karanlık, renksiz, sevgisiz ve merhametsiz köydeki en güzel şeydir dama konan güvercin. Güvercini damda gören insanlar, böyle bir güzelliği görmenin şaşkınlığıyla toplanmaya başlar. Merhametsizler Köyü’nün en merhametsizi de kalabalığa dahil olur. En merhametsiz olan ister ki insanların gönlünde merhamet kökleri susasın, vicdan küçücük kalsın. Ve şapkasını fırlatıp güvercini kovalayınca diğer insanlar da eline ne geçerse atmaya başlar. Güvercin panikle sazlıkların arasına atar kendisini ama nafile… En merhametsiz olan sazlıkları ateşe verir. Kaçar güvercin yangından. Ateş merhamet eder güvercine. Güvercin ateşin bile merhamet gösterdiği yerde insanların gözünü dahi kırpmamasına üzülerek köyden uzaklaşır…
Az gider uz gider, sarp kayalardan, dümdüz ovalardan geçer. Serçelerle uçar, tavşanlarla zıplar. Üç yaz bir kış yolu düz gider. Varır bir başka diyara.
Birbirinden güzel evleri, envai çeşit meyve ve sebze bahçeleri, tertemiz suları ve yemyeşil arazisiyle gerçek olamayacak kadar güzel bir kasabayla karşılaşır. Yola çıkmadan önce yaşadığı yere benzeyen bu kasabanın insanlarıyla karşılaşmak için çok heyecanlıdır. İçinden “İşte! Mutluluk ve neşe ile dolu bir köy,” diyerek kasabanın muhafızı gibi duran çınar ağacına bırakır kendisini.
Yoldan geçen iki kişi çınar ağacındaki güvercini hemen fark eder. Biri “Tüyleri ne kadar güzel. O benim” der ve ağaca tırmanmaya kalkar. Diğeri ise “İlk ben gördüm. O benim!” diyerek paçalarından asılıp arkadaşını alaşağı eder.
İkilinin; “güvercin benim!” kavgası büyüyünce bütün kasaba ağacın altında toplanır. Güvercini gören herkes yakalamaya çalışır. Fakat birbirlerine engel olurlar.
Güvercin anlar ki bu kasaba da güzel olan her şeyin mayasında kıskançlık vardır. Tüm bu güzellik, istenildiği için değil, kıskançlığın ve nefretin eseridir…
Kıskançlar Kasabası’nın en kıskancı kendisi güvercini yakalayamayınca kimse yakalamasın diye “Bizi birbirimize düşüren bu güvercin!” diye haykırarak ağaca bir taş fırlatır. Tüm insanlar da peşinden ağacı taşlamaya başlar. Güvercin daha fazla burada kalamayacağını anlar ve arkasına bile bakmadan Kıskançlar Kasabası’ndan uzaklaşır.
Az gider uz gider, çorak bozkırlardan, buz tutmuş topraklardan geçer. Kanadına yağmur düşer, ayakları kuma değer. Bir nefeste dört mevsimi diyar diyar düz gider.
Mavi gökyüzünün üstünü kirli bir battaniye gibi saran, kesif is kokusuyla nefes almanın neredeyse imkansız olduğu bir diyarda bulur kendisini. Nehirleri yutan, ağaçları yok eden köyde havada kalmak neredeyse imkansızlaşır. Güç bela kendisini köyün ortasında dimdik duran bir kayalığın üstüne bırakır. Kökleri toprak altında kalmış, gövdeleri kesilmiş ağaçlar, ekili bir tarlayı andırıyordur. Antik bir savaşın mirasını andıran, çamur ve pislik içindeki bu köyün insanları ne birbirinin işine karışıyor ne de birbirine el uzatıyordur. Önce kimin selam vereceği bile insanlar arasında aşılmaz mesafelere, duyulmaz seslere sebeptir. Güvercin bu köyde yaşayan herkesin kendini birbirinden üstün gördüğüne şahit olur. Bu köy Hırs ve Kibir Köyü’dür. Güvercin köyde yaşayan herkesin hırs ve kibirle yavaş yavaş kendini mahvettiğini görür. Hırs ve Kibir Köyü’ndeki herkes kendisinin esiridir. Güvercin, fark edilmeden hemen köyden uzaklaşır.
Az gider uz gider, iki kanat çırpışı dünya yol gider. Bir yerde, bir gökte aşılmaz mesafeler aşar. Mevsimler ve yıllar bir hıçkırıkta geçer…
Yolları ve köprüleri, binaları ve düzeniyle gördüğü en büyük insan topluluğu karşısına çıkar. Gri binaların birbirine benzediği, yollarında toprağın yok olduğu, bacaları isli, gökyüzü buğulu, ağaç gölgelerinin unutulduğu, nehirlerin masal olduğu bir şehirdir burası. Güvercin hemen bir tuhaflık olduğunu görür. İnsanların bildiği, anladığı, olması gerektiği gibi davranmadığını fark etmiştir. Bu şehrin insanları anlamsız bir disiplin içindedir, komut almadan hareket etmiyordur. Kendi fikirleri, düşüncesi, istek ve beklentileri olmayan, ne verilirse onu kabul etmiş bu insanları bir grup ayrıcalıklı insan, sadece kendi çıkarları doğrultusunda yalanlarla yönetiyordur. Yalanlar Şehri’nde dünün doğrusu bugün yalan, bugünün yanlışı yarın doğrudur. İyiye ve kötüye o ayrıcalıklı grup karar veriyordur.
Güvercin bu şehrin, karşılaştığı en tehlikeli insan topluluğuna ait olduğunu düşünür. Kötü de olsa hiçbir fikre, saçma da olsa hiçbir düşe sahip olmayan, her şeyi kolayca unutabilen insanların yapabileceklerinden çekinir. Şehirden ayrılmadan ayrıcalıklılar kendisinden haberdar olur. Kendi iradelerinin dışında güvercinin şehre gelip uçmasından rahatsız olmuşlardır. Ayrıcalıklı grubun en ayrıcalıklısı çıkıp “Güvercinden sonsuza kadar kurtulmalıyız! İnsanlara güvercin tüyünün bolluk ve bereket getireceğini söyleyelim. İnsanlar tüyü için peşine düşüp onu yok etmiş olurlar.” deyince ayrıcalıklıların hepsi bu öneriyi ayakta alkışlar.
Yalanlar Şehri’nin insanları duyuru yapılır yapılmaz çatılarda güvercin nöbeti tutmaya başlar. Çatılarda birbirini gören komşular güvercinin tüyüne sahip olabilmek için kavgaya tutuşurlar. Yalanlar Şehri birden büyük bir kaosun ortasında kalır. Öyle ki ne için kavga ettiklerini, neden birbirlerini kırıp geçirdiklerini unutur insanlar. Güvercin ise bu kargaşadan faydalanıp kaçabileceğini düşünerek şehirden hızla uzaklaşır uzaklaşmasına fakat o kadar kolay olmaz.
Güvercin ne az gider ne uz gider. Ne göktedir ne de yerde… Mevsimler birbirini kovalar, ardı sıra yıllar zamanı yutar. Ne konar bir tepeye ne uçar bir deniz üstünde. Böylelikle varmıştır bilinmez bir diyara…
Güvercin artık yaralıdır. Amacı bir yere varmak değil, kaçmayı başarmaktır.
Geçen onca zamanda İhanet Köyü ve Çıkarcılar Köyü birleşip kırmıştır güvercinin kanadını. Pervasızlar Köyü’nde tüyleri katrana bulanmıştır. Zamanla ayağı aksak, gözleri görmez, kanadı kırık ve katrana bulanmış hale gelen güvercin, sonunda vazgeçer. Bunca kötülük, aşağılanma, zulüm, bencillik, kıskançlık, yalan, vefasızlık ve merhametsizliğe artık katlanacak hali de kalmaz zaten. Kendisini kuytuda kalmış ormanın kıyısında akan cılız bir nehir kenarına bırakır.
Hikâye şöyle devam eder:
Bir gün su kenarına oyun için gelen çocuklar güvercini hemen fark etmiş. Bir kız çocuğu onu avuçlarına almış ve gözlerinin görmesini engelleyen çamur tortularını temizlemiş. Güvercin korkup kaçmak istese de kız çocuğu “Kanadın kırık ki. Uçamazsın!” demiş ve arkadaşlarıyla güvercinin kanadını, ayağını sarıp sarmalamış. Sonra bir çocuk “Ben incitirim, yapamam. Güvercini kim yıkayacak?” diye sormuş. Çocuklardan biri “Ben yıkarım.” diyerek güvercini avuçlarına almış ve su kenarında yavaş yavaş, sabırla, ara sıra öperek tüm pislikten güvercini temizlemeyi başarmış. Çocuklar uçsun diye güvercini yere bırakmış. Güvercin uçmayı denese de ilk seferinde başaramamış. Çocukların üzüldüğünü gören güvercin, çocukların saf ve temiz sevgisiyle silkelenerek kanatlarını çırpmış fakat gücü yerden havalanmaya yetmemiş. Çocuklardan biri onu avuçlarına alıp “Uç beyaz güvercin.” diyerek gökyüzüne doğru fırlatınca güvercin kanatlarını çırpmış, çırpmış, çırpmış…
Güvercini iyileştiren çocukların sevgisi, merhameti, saflığı ve iyiliği olmuş. Güvercin ise insanda hâlâ umut olabileceğine tekrar inanarak uçmaya, yolculuğunu sürdürmeye devam etmiş.
Derler ki;
Güvercin hâlâ uçuyor. Daha bilge, insanı daha çok tanıyarak, kendisini korumayı başararak ve bir zeytin dalı taşıyarak uçuyor.
Ve derler ki;
Yeryüzünde sevginin, merhametin, anlayışın hüküm süreceğine dair umudu onu hâlâ yaşatıyor.
Bir zamanlar tüyleri bembeyaz, gözleri parlak, yere hiç konmadan uçan bir güvercin varmış. Onun uçtuğu yerde ne kavga ne gürültü ne küslük ne anlaşmazlık yaşanırmış. İnsanlar güvercini gördüğünde kucaklaşır, türküler söyleyerek gökyüzünde süzülen güvercini selamlarmış. Güvercin, kâh sarp kayalıklardan kâh ağaçlardan bakar, gözünü insanların üstünden hiç ayırmazmış. Rivayet o ki; güvercinin neşesi ve gücü merhametten […]
Devamını Okuİyi insan olmak nedir? Bir insan nasıl iyi olabilir? Yorgunuz. Sanılmasın ki biz sadece yaşadıklarımızdan yorgunuz. Bilmek ve öğrenmekle, tanık olmak ve biçare kalmakla yorulmaya başladık aslında. Yaşadığımız dünyanın; barındırdığı tüm güzelliklere rağmen tehlikeli bir yer olmasından, güvensiz bir hal almasından yorgunuz. Henüz yaşamın başında, yaşadıklarımız birikmeden, okuduklarımız ve anlatılanlarla başladık yorulmaya… İçine doğduğumuz görerek […]
Devamını OkuBir zamanlar tüyleri bembeyaz, gözleri parlak, yere hiç konmadan uçan bir güvercin varmış. Onun uçtuğu yerde ne kavga ne gürültü ne küslük ne anlaşmazlık yaşanırmış. İnsanlar güvercini gördüğünde kucaklaşır, türküler söyleyerek gökyüzünde süzülen güvercini selamlarmış. Güvercin, kâh sarp kayalıklardan kâh ağaçlardan bakar, gözünü insanların üstünden hiç ayırmazmış. Rivayet o ki; güvercinin neşesi ve gücü merhametten […]
Devamını OkuUsta sanatçı Zülfü Livaneli, Hacı Bektaş Veli Anma Kültür ve Sanat Etkinlikleri’nde ‘Dostluk ve Barış Ödülü’ne layık görülerek, hoşgörü ve insan sevgisi mirasıyla kurduğu köprüyü bir kez daha gösterdi. Karanfil’e konuşan Livaneli, “İnsanı insan yapan en önemli duygu empatidir. Empati sanat yoluyla diğer insanlara ve canlılara çok daha kolay aktarılabilir. Zaten onun için sanat vazgeçilmez […]
Devamını Oku