İyi insan olmak nedir? Bir insan nasıl iyi olabilir? Yorgunuz. Sanılmasın ki biz sadece yaşadıklarımızdan yorgunuz. Bilmek ve öğrenmekle, tanık olmak ve biçare kalmakla yorulmaya başladık aslında. Yaşadığımız dünyanın; barındırdığı tüm güzelliklere rağmen tehlikeli bir yer olmasından, güvensiz bir hal almasından yorgunuz. Henüz yaşamın başında, yaşadıklarımız birikmeden, okuduklarımız ve anlatılanlarla başladık yorulmaya… İçine doğduğumuz görerek […]
İyi insan olmak nedir? Bir insan nasıl iyi olabilir?
Yorgunuz. Sanılmasın ki biz sadece yaşadıklarımızdan yorgunuz. Bilmek ve öğrenmekle, tanık olmak ve biçare kalmakla yorulmaya başladık aslında.
Yaşadığımız dünyanın; barındırdığı tüm güzelliklere rağmen tehlikeli bir yer olmasından, güvensiz bir hal almasından yorgunuz. Henüz yaşamın başında, yaşadıklarımız birikmeden, okuduklarımız ve anlatılanlarla başladık yorulmaya…
İçine doğduğumuz görerek ve okuyarak öğrendiğimiz tüm ahlaki normlar bize iyi insan olmayı işaret eder.
Binlerce yıllık insanlık tarihinde iyi olmayı işaret etmeyen hiçbir inanç ve kültür yok. İlginç. Akıp giden bunca zamana rağmen hâlâ insan insana “İYİ OL!” demeye ihtiyaç duyuyor. Fakat bir yerde iyiliğin yolundan çıkıyoruz.
Çoğunlukla tercihen, nadiren de zorunda kaldığımız için yolumuzu şaşırıyoruz. Sadece söylüyor muyuz peki? İlk yazılı kaynaklar olan Sümer tabletlerinden bu yana “İyi Ol!” diye yazıyoruz da.
Mesela Mısır hiyerogliflerinde ölümden sonraki yaşamı mümkün kılabilmek için kalbin bir terazide tartılması ve tüyden hafif gelmesi gerekmekte.
Yani;
Kalbin tüyden bile hassas olacak diyor.
Kalbini kötülüklerle kirletmeyeceksin diyor.
Bencil olmayacaksın, kötü söz söylemeyeceksin,
cana değer vereceksin, doğayı seveceksin, saygı duyacaksın,
değiştirmeye kalkmayacaksın, suya atık bırakmayacak,
kara elmas uğruna toprağın tozunu dumanına katmayacaksın diyor.
Bu kadar kolay aslında sonsuzluğa ulaşmak o hiyerogliflerde..
Goethe der ki; “Dünya hassas kalpler için bir cehennem.” Bu söze göre iyilik cehennem kapılarına davet mi oluyor? Elbette bu kadar basit değil. İyiliğin kendisi değildir bizi yoran. Kötü insanları iyiliğe ikna etme çabasıdır. İyilik kolaydır, yaratılışın güdülerine teslim olurken duygu ve düşüncelerini kalp süzgecinden geçirirsin iyi olmaya başlarsın. İşte bu kadar.
İyi kalmanın zor olduğu bu dünyada birilerini iyiliğe ikna etme çabası işte cehennem gibi gelen budur. İyi bir insan olunca bu misyonu çaresiz üstlenmek zorundasın. Bir ağaç kesilmek isteniyorsa, ağacı yok etmek isteyen kişiye gidip “Bak bu ağacın gölgesi lazım, nefes alıyorsun ağaç o nefes için lazım, doğada bizden başka canlılar var onların yaşaması için lazım.” demek işte Goethe’nin bahsettiği cehennemdir…
Şimdi bir zeytin ağacı düşünelim. Gövdesine beş insan el ele verip sarılamıyor. Ağaç o kadar yaşlı. Sen 4-5 bin yıl tarih yazabilmişsin ancak. İşte o ağaç yazdıklarının neredeyse tamamının tanığı. Altta kara elmas var diye üstteki siyah inciye kıyacak mısın şimdi? İyi insan olmanın cevabı bu muhakemenin sonucunda ağacın nefes alıp veriyor olmasında.
Mesele ne bir ağaç meselesi ne de set çekilen akar su meselesi. İyilik ve kötülüğün sadece ince bir çizgisi…
Bazen de deriz ki “İyi oldum kötülük buldum.” Hem tarihsel hem de kişisel çok fazla örnekle bunu anlatabiliriz. Akrep ve kaplumbağa hikâyesinde olduğu gibi. Farklı çıkarımlar yapabilir, iyiliği masaya yatırıp enine boyuna inceleyip otopsisini yapabiliriz.
Benim önerim kendine bu kötülüğü yapma derim. Çünkü iyilik karşılık beklenerek yapılan ya da mükafat alabileceğin bir tercih değil. Olamaz da. Bu olsa olsa bir ticaret, güzel bir anlaşmadır sadece.
İyilik yapıldığında unutulan olmalıdır. Hatırlıyorsan nefsinde bir çatlak vardır ve aranıp taranıp yamanmalıdır. Yaptıklarımız olduğumuz kişinin eylemidir. Mevlana “Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” der. İşte, olduğun gibi görünmek için unutmalısın. İoanna Kuçuradi “ İyilik yap denize at. Balık görmezse, halik görür! Ben de diyorum ki Halik de görmesin” diyor. Ne güzel söylüyor. Ben de diyorum ki iyilik yap denize at ve denizi de unut. Girme o denize. Olur da deniz getirip koyar önüne, hatırlarsın; kalptir bu tüy hafif gelir terazinin yönü değişir…
Bu iyilik mevzu biliyorum karışık. Karışık değil de etkenleri karmaşık. En başta sorduğum “Nasıl iyi insan olunur” sorusunun cevabını ben doğada buldum. Doğa; iyiliğin en güzel öğretmenidir. “Kopardın çiçeğimi” demez açar yine. Suyunu kirletirsin “Yok sana su!” demez kaynağından tertemiz çağlar yine. Dökersin pisliği denize, kendi kendini temizler yine girebilirsin o denize. Kesersin, yakarsın, talan edersin ağacını, çıplak bırakırsın toprağını küsmez, bir şekilde filiz verir dallanır budaklanır gölgesine davet beklemez koşarsın. Doğa; iyi olmak için sarsılmaz bir inat gerektiğini anlatır. Duymasını değil dinlemesini bilene. Bakmasını değil, görmesini bilene.
Büyük çınar Yaşar Kemal’in anlattığı arzuhalci ve köylü hikâyesini bilirsiniz. Bilmeyenler için hikâye kısaca şöyle; Köylü davacı olacaktır ve gelir arzuhalciye dilekçe yazdırır. Arzuhalci “Şimdi git biraz sonra gel hazır olur” der ve köylüyü gönderir. Bir süre sonra gelen köylüye arzuhalci yazdığı dilekçeyi okumaya başlar. Dinledikçe köylü bir ağlamadır tutar. Arzuhalci ne oldu diye sorduğunda ise “Bana neler etmişler neler!” der. İşte o köylü gibi penceremden bana bakan ıhlamur ağacı ben bu yazıyı yazarken “Bize ne çektirmişsiniz ve utanmadan devam etmektesiniz” der gibi bakıyor.
Ihlamur ağacımın kokusu gitti kayboldu birden. Panikledim. Sandım ki bu edilenleri bir de benden dinleyince inattan vazgeçti, küstü. Meğer rüzgar başlamış koku o yüzden kaybolmuş. Sorun yok, ıhlamur hâlâ güzel, hâlâ mis gibi kokmakta.
Bir kokunun yok oluşu bile bu denli panik yaptırmışken, rahat bıraksak mı doğayı, ıhlamur ve dostları, zeytin ağaçlarını? Daha da kötü olmadan?
Bir zamanlar tüyleri bembeyaz, gözleri parlak, yere hiç konmadan uçan bir güvercin varmış. Onun uçtuğu yerde ne kavga ne gürültü ne küslük ne anlaşmazlık yaşanırmış. İnsanlar güvercini gördüğünde kucaklaşır, türküler söyleyerek gökyüzünde süzülen güvercini selamlarmış. Güvercin, kâh sarp kayalıklardan kâh ağaçlardan bakar, gözünü insanların üstünden hiç ayırmazmış. Rivayet o ki; güvercinin neşesi ve gücü merhametten […]
Devamını Okuİyi insan olmak nedir? Bir insan nasıl iyi olabilir? Yorgunuz. Sanılmasın ki biz sadece yaşadıklarımızdan yorgunuz. Bilmek ve öğrenmekle, tanık olmak ve biçare kalmakla yorulmaya başladık aslında. Yaşadığımız dünyanın; barındırdığı tüm güzelliklere rağmen tehlikeli bir yer olmasından, güvensiz bir hal almasından yorgunuz. Henüz yaşamın başında, yaşadıklarımız birikmeden, okuduklarımız ve anlatılanlarla başladık yorulmaya… İçine doğduğumuz görerek […]
Devamını OkuBir zamanlar tüyleri bembeyaz, gözleri parlak, yere hiç konmadan uçan bir güvercin varmış. Onun uçtuğu yerde ne kavga ne gürültü ne küslük ne anlaşmazlık yaşanırmış. İnsanlar güvercini gördüğünde kucaklaşır, türküler söyleyerek gökyüzünde süzülen güvercini selamlarmış. Güvercin, kâh sarp kayalıklardan kâh ağaçlardan bakar, gözünü insanların üstünden hiç ayırmazmış. Rivayet o ki; güvercinin neşesi ve gücü merhametten […]
Devamını OkuUsta sanatçı Zülfü Livaneli, Hacı Bektaş Veli Anma Kültür ve Sanat Etkinlikleri’nde ‘Dostluk ve Barış Ödülü’ne layık görülerek, hoşgörü ve insan sevgisi mirasıyla kurduğu köprüyü bir kez daha gösterdi. Karanfil’e konuşan Livaneli, “İnsanı insan yapan en önemli duygu empatidir. Empati sanat yoluyla diğer insanlara ve canlılara çok daha kolay aktarılabilir. Zaten onun için sanat vazgeçilmez […]
Devamını Oku