13 Ekim 1923 tarihinde Ankara başkent ilan edilirken aynı zamanda kültürel ve ekonomik bir merkeze de dönüşür. Atatürk’ün çabalarıyla Ankara’nın örnek bir başkent olabilmesi için büyük bir özveriyle çalışmalara başlanır. Bunun için Carl Christoph Lörcher ve Hermann Jansen’e şehir planı hazırlatılır. Ernst Egli, Clemens Holzmeister, Paul Bonatz, Rudolf Belling, Theodor Jost, Robert Oerley, Bruno Taut, […]
13 Ekim 1923 tarihinde Ankara başkent ilan edilirken aynı zamanda kültürel ve ekonomik bir merkeze de dönüşür. Atatürk’ün çabalarıyla Ankara’nın örnek bir başkent olabilmesi için büyük bir özveriyle çalışmalara başlanır. Bunun için Carl Christoph Lörcher ve Hermann Jansen’e şehir planı hazırlatılır. Ernst Egli, Clemens Holzmeister, Paul Bonatz, Rudolf Belling, Theodor Jost, Robert Oerley, Bruno Taut, Josef Thorak, Heinrich Krippel gibi önemli isimler Ankara’nın inşa sürecinde görev alır. Almanya’dan ayrılan bilim insanları 1933’ten itibaren Ankara’da çalışmaya başlar. Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Benno Landsberger, Hans Gustav Güterbock; Devlet Konservatuarı’nda Carl Ebert, Paul Hindemith, Ernst Praetorius, Eduard Zuckmayer; Ziraat Fakültesi’nde Friedrich Falke; Numune Hastanesi’nde Albert Eckstein o dönem kaldırımlarda denk gelebileceğiniz önemli isimlerdir.
“İstanbul Pastanesi Açılıyor”
Ankara’nın ilk pastanesi olan İstanbul Pastanesi, Ulus’taki Zafer Anıtı’ndan Hisar’a doğru çıkarken, o dönemki adıyla “Karaoğlan Caddesi” üzerinde yer almaktaydı. Pastane 15 Ocak 1923 günü açılmış ve 1 Mayıs 1955 tarihine kadar da hizmet vermiştir. (1)
Pastaneye ilişkin en belirgin ayrıntılar Enver Behnan Şapolyo’nun anılarında yer alır: “Taşhan’a bakan arsaların üçüne Ankaralı Hafız Bey bir otel ile altına bir salon yaptırdı. Bu salonu Rizeli Matrakçıoğullarından Ali Rıza Bey kiralayarak İstanbul Pastanesi’ni açtı. Bu pastane 15 Ocak 1923’te açıldı. Ankara’nın ilk pasta salonu burası olduğundan pek rağbet gördü. Ben de bu salon yıkılına kadar bu pastaneye devam ettim. Burası münevverlerin ve mebusların salonu idi. Grup grup masalar vardı. Bizim masanın daimî olarak halkasını Sadri Ertem, Şevket Rado, Samet Ağaoğlu, Nahit Sırrı Örik, Ertuğrul Şevket, Mekki Sait, İzzettin Şadan, Namidan Rahmi, Nuri Gençosman, Feridun Nafiz Uzluk, Profesör Şükrü, Refik Fenmen, Ressam Saip Tuna, Musikişinas Ahmet Yekta, Muslih ve ben teşkil etmekte idi. Çok kere üstat Hüseyin Rahmi ve Yahya Kemal devam ederdi. İstanbul Pasta Salonu bir münevverler kulübü mahiyetindeydi.” (2)
“Sahibinin İlginç Özelliği”
Pastanenin sahibi Ali Rıza Bey’in pastaneyi açmadan önce oldukça varlıklı bir kimse olduğu anlatılır. Mehmed Kemal ve Malik Aksel’in aktardığı üzere Ali Rıza Bey, yurtdışında birçok han, hamam, otel inşa ettirmiş, işleri bozulduktan sonra da Türkiye’ye dönmüştür. Beş parasız gezdiği o günlerin birinde şiddetli bir yağmura yakalanır. Islanmamak için bir kahveye sığınır. Garson hemen bir çay uzatır, Ali Rıza Bey parası olmadığını söyleyince garson kapı dışarı eder. Yağmurun altında ıslanırken “Günün birinde bir kahvehane açarsam kimseyi bir şey içmesi için zorlamayacağım” diyecektir. Günü gelir ve İstanbul Pastanesi’ni açar, müşterileri sıkıştırmamaları konusunda da garsonlarını tembihler. (3)
“İstanbul Pastanesi’nin Müdavimleri”
Dönemin Ankara’sında birçok pastane ve içkili lokanta sanatçılarla özdeşleşmiştir. Yenişehir’deki Özen Pastanesi Nurullah Ataç’ın değişmez yeriyken, Posta Caddesi’ndeki Kürdün Meyhanesi Orhan Veli’nin müdavimi olduğu mekândır. Yanındaki Şükran Lokantası ise Cahit Sıtkı Tarancı ile anılmıştır. İstanbul Pastanesi’ne ise Sabahattin Ali, Necip Fazıl ve Samet Ağaoğlu’nun sık sık gittiği anlatılır. Nazmi Özalp pastanenin fiziki özelliklerini şöyle anlatır: “İstanbul Pastanesi’ne Taşhan’a bakan caddeden girilir. Salonun ortasında küçük masaların bir araya getirilmesiyle oluşan büyükçe bir masa bulunur. Girişin karşısındaki merdivenle üst katın balkonuna çıkılır. Pastaneden çok kıraathane havasındaki bu yerin balkonunda genelde edebiyatçılar, sanatçılar ve politikacılar bulunur.”(1) Öte yandan Rüzgârlı Sokak’taki gazete idarehanelerine, Bankalar Caddesi’ndeki Millî Eğitim Bakanlığı’na, Posta Caddesi’ndeki Tercüme Bürosu’na yakın olması nedeniyle edebiyatçılara, gazetecilere ve memurlara kucak açar.
Samet Ağaoğlu, Sabahattin Ali ile ilk kez 1934 senesinde İstanbul Pastanesi’nde tanıştığını belirtirken “Bu pasta salonunda edebiyatı severler, edebiyatla uğraşanlar, çoğumuz genç, buluşurduk.” diye anlatır. Şevket Rado da “1935-1936 yıllarında Ankara’da kuvvetli edebiyatçı ve şair grubu vardı.” diyerek İstanbul Pastanesi’nde sık sık oturduklarından, sonra da Posta Caddesi’ndeki içkili lokantalara geçtiklerinden bahseder. Ahmet Kutsi Tecer, Necip Fazıl, Yaşar Nabi Nayır, Nahit Sırrı Örik, Sabahattin Ali, Samet Ağaoğlu, Feridun Fazıl Tülbentçi, Baki Süha Ediboğlu gibi isimlerin pastanede edebi toplantılar yaptığını aktarır. Ayrıca Necip Fazıl’ın bu pastanenin müdavimlerinden olduğunu, kendisine “Prens” denmesinden hoşnutluk duyduğunu söyler. Hatta garsonlar Necip Fazıl’ın adisyonlarını “Prens” açar. Pastanenin müdavimi Necip Fazıl, çıkardıkları Ağaç dergisinin yazarlarını bu pastanede toplar. Dergide yayımlanacak şiirleri pastanede birlikte seçerler. Ayrıca meşhur “Hisarcılar” da bu pastanede toplanır. Hatta Mehmet Çınarlı, Hisar dergisinin temelinin İstanbul Pastanesi’nde atıldığını söyler. (3)
27 Mayıs 1935’te yayımlanan Akşam gazetesinde bu pastane İstanbul’daki ünlü Meserret Kıraathanesi’ne benzetilir; “İstanbul Pastanesi de İstanbul’daki Meserret Kıraathanesi gibi gazetecilerden, muharrirlerden, şairlerden, ressamlardan, edebiyat meraklısı gençlerden tutun da iş kovalamak için Ankara’ya gelen tüccarlara, bir memuriyete yerleşmek üzere münhal bekleyen işsizlere, öğretmenlere, doktorlara kadar çeşit çeşit insanların oturma ve buluşma alanıdır. (…) Sabaha kadar açık durur. Günün her saati ise doludur. Edebiyatçılar uzun bir masayı işgal ederler” diye anlatılır.
Bu özel pastane 1 Mayıs 1955’e kadar daha nice edebiyatçı, sanatçı, ressam ve gazeteciye ev sahipliği yapar. Bugün ise duvarlarına sinen o anılarla birlikte tarih sahnesine çekilir. Bize kalan ise orada yaşanmışlıkları anlatan anılar, gazete kupürleri ve bazı fotoğraflardır. Ankara’nın bu özel ve güzel değerinin unutulmaması ümidiyle…
1- M. Nazmi Özalp, (Haz. Halûk İmga) Bir Başkentin Anatomisi 1950’lerde Ankara, İdealkent Yayınları, 2. Baskı, 2024, s.353-354.
2- Enver Behnan Şapolyo, Atatürk ve Seyman Alayı, Ankara Kulübü Yayınları, 1971, s.50-60.
3- Necati Tonga, Bir Edebi Muhit Olarak Ankara 1923-1980, Çolpan Yayınları, 2019, s. 174. S.181-185.
13 Ekim 1923 tarihinde Ankara başkent ilan edilirken aynı zamanda kültürel ve ekonomik bir merkeze de dönüşür. Atatürk’ün çabalarıyla Ankara’nın örnek bir başkent olabilmesi için büyük bir özveriyle çalışmalara başlanır. Bunun için Carl Christoph Lörcher ve Hermann Jansen’e şehir planı hazırlatılır. Ernst Egli, Clemens Holzmeister, Paul Bonatz, Rudolf Belling, Theodor Jost, Robert Oerley, Bruno Taut, […]
Devamını OkuTürkiye’nin kalbi Ankara’dır, Ankara’nın kalbi ise ‘Kızılay’ dersek sanırım yanlış olmaz. Peki Kızılay’ın kalbi neresidir? Farklı yanıtlar verilir mi bilinmez ama birçoğumuz bu soruya ‘Güvenpark’ yanıtını verecektir. Ankaralıların her gün önünden geçtiği, kimi zaman buluşmak için sözleştiği, kimi zaman da soluklanmak için boş bir bankta oturduğu yerdir Güvenpark… Gelin birkaç ay önce yenilenen yüzüyle Ankaralıların […]
Devamını OkuBir zamanlar tüyleri bembeyaz, gözleri parlak, yere hiç konmadan uçan bir güvercin varmış. Onun uçtuğu yerde ne kavga ne gürültü ne küslük ne anlaşmazlık yaşanırmış. İnsanlar güvercini gördüğünde kucaklaşır, türküler söyleyerek gökyüzünde süzülen güvercini selamlarmış. Güvercin, kâh sarp kayalıklardan kâh ağaçlardan bakar, gözünü insanların üstünden hiç ayırmazmış. Rivayet o ki; güvercinin neşesi ve gücü merhametten […]
Devamını OkuUsta sanatçı Zülfü Livaneli, Hacı Bektaş Veli Anma Kültür ve Sanat Etkinlikleri’nde ‘Dostluk ve Barış Ödülü’ne layık görülerek, hoşgörü ve insan sevgisi mirasıyla kurduğu köprüyü bir kez daha gösterdi. Karanfil’e konuşan Livaneli, “İnsanı insan yapan en önemli duygu empatidir. Empati sanat yoluyla diğer insanlara ve canlılara çok daha kolay aktarılabilir. Zaten onun için sanat vazgeçilmez […]
Devamını Oku